The Journal of Pediatric Research

: 4 (4)
Volume: 4  Issue: 4 - 2017
Hide Abstracts | << Back
REVIEW
1.Turner Syndrome and its Variants
Semra Gürsoy, Derya Erçal
Pages 171 - 175
Turner Sendromu (TS), X kromozomunun tamamen ya da parsiyel olarak yokluğu sonucu oluşan genetik bir bozukluktur. Canlı doğan kız çocuklarındaki sıklık 1/2500 olarak bildirilmektedir. Kısa boy, primer amenore ve infertilite gibi klinik bulgularla birlikte hastalarda boyunda yelelenme, düşük ense saç çizgisi, kubitus valgus, kısa 4. metakarpal kemik gibi fenotipik özellikler görülebilir. Ölü doğumların %1’inde 45,X monozomisi saptanırken, bu oran spontan düşüklerde yaklaşık olarak %10 olarak bildirilmektedir. Hastaların %50’sinde karyotip 45,X monozomisi şeklindedir. Ancak bu karyotipe sahip TS’lu olguların çoğu fetal dönemde spontan düşükle sonlanmakta olup hayatta kalanların ise mozaik oldukları düşünülmektedir. En sık görülen yapısal X kromozomu anomalisi ise izokromozom Xq’dur. Ayrıca halka kromozom, delesyonlar gibi X kromozomunun yapısal anomalileri ile birlikte hastalarda Y kromozomuna ait patolojiler de saptanabilir.
Turner Syndrome (TS) is a genetic disorder which is characterized by complete or partial absence of one X chromosome. The incidence is 1 in 2500 female live births. The main clinical findings are short stature, primary amenorrhea and infertility, and phenotypical features include webbed neck, a low hairline at the back of the neck, cubitus valgus and shortening of the fourth metacarpal. While 1% of all stillbirths have 45,X monosomy, this rate has been reported approximately 10% in spontaneous abortions. The karyotype is determined 45,X in about half of the patients. Therefore most of the TS fetuses are thought to end in spontaneous abortion and only mosaic cases survive to term. Isochromosome Xq is the most common structural rearrangement of the X chromosome. Furthermore, ring X chromosome, deletions and Y chromosome abnormalities can be detected in patients with TS.

2.Evaluation of Common Non-pharmacological Chemical Substance Poisonings in Childhood
Songül Ünüvar
Pages 176 - 185
Ergen ve yetişkinlerdeki akut zehirlenmeler çoğunlukla kasıtlı veya kazara alımlar ile ilişkilidir. 1-5 yaş arasındaki çocuklarda zehirlenmeler yaygın görülmektedir ve olguların çoğu kazara alımlara bağlıdır. Çocukların çoğunda zehirlenmeye bağlı hiçbir klinik belirti gözlenmez veya sadece hafif etkiler gelişebilir. İlaç eliminasyonu esas olarak böbrekler aracılığı ile olur. Çocuklarda mutlak klerens yetişkinlere göre genellikle daha düşüktür, fakat vücut ağırlığına göre hesaplanan klerens daha yüksektir. Çocuklarda daha hızlı eliminasyona bağlı olarak, ilacın plazma yarı ömrü yetişkinlere kıyasla daha kısa olabilir. Eliminasyon yarı-ömrünün daha kısa olması, plazma kararlı durumuna tekrarlanan dozlarda ulaşıldığı anlamına gelir. Çocukluk çağı zehirlenmelerinin önlenmesi önemlidir, çocuk emniyeti olan ambalaj kullanılması ve evsel ürünlerin kontrollü olarak güvenli muhafaza edilmeleri, kazara oluşan çocukluk çağı zehirlenmelerinin önlenmesinin esasını oluşturur. Zehirlenmeler, çocukluk çağında en sık görülen acil tıbbi durumlardan biridir ve epidemiyolojik özellikleri ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Bu nedenle, sorunu belirlemek için hangi önleyici tedbirlerin alınabileceği konusunda her ülke için özel epidemiyolojik takip gereklidir. Zehirlenmelerde erken farkındalık ve uygun terapötik önlemlerin alınması ölüm oranının düşmesinde etkili görünmektedir. Çocukluk çağındaki ciddi zehirlenmeler konusunda riski tanımak ve azaltmak için başta pediatristler olmak üzere sağlık çalışanlarına yardımcı olacağı düşüncesiyle, çocukluk çağında en önemli ve en sık görülen ilaç dışı kimyasallarla olan zehirlenmeler derlendi.
Acute poisoning in adolescents and in adults is largely associated with accidental or deliberate ingestions. Poisoning in children between 1-5 years of age is common and the majority of cases are accidental ingestions. Due to poisoning no clinical features develop in most children or only mild effects. The main route of drug elimination is through the kidneys. Absolute clearance is usually lower in children than in adults, but weight-adjusted clearance is greater. Because of the faster elimination, the drug plasma half-life can be shorter in children than in adults. A shorter elimination half-life means that plasma steady-state is reached sooner during repeated administration. Prevention of childhood poisoning is important and the use of child-resistant packaging and adequate supervision together with the secure storage of household substances are the basis of prevention of accidental childhood poisoning. Poisoning represents one of the most common medical emergencies in childhood and epidemiological properties differ from country to country. Thus, special epidemiological surveillance for each country is necessary to determine the problem according to which preventive measures can be taken. The early awareness of poisoning and appropriate therapeutic measures taken seemed to be efficacious with a very low mortality rate. The major and most common nonpharmacological chemical poisonings in childhood, with the intent of helping health-care professionals particularly pediatricians to recognize and reduce the risk of harmful childhood poisonings were reviewed.

3.National newborn screening tests that are carried out with heel lance and their importance
Sibel İçke, Rabia Ekti Genç
Pages 186 - 190
Ülkemizde akraba evlilikleri çok görülmektedir. Bu da çeşitli doğumsal metabolik hastalıkları beraberinde getirmektedir. Doğumsal metabolik hastalıkların erken dönemde yakalanması için yenidoğanda birçok tarama testleri yapılmaktadır. Türkiye’de yenidoğan tarama programı kapsamında yer alan metabolik hastalıklar fenilketonüri, konjenitalhipotroidi, biyotinidaz eksikliği ve kistik fibrozistir. Bebeğin topuk kanından alınan kan örneği ile tarama testi yapılmaktadır. Tarama testlerinin yapılmasında amaç; hastalıklı bebekleri saptamak ve telafisi olmayan zararları engellemek için en yakın zamanda tedavilerine başlamaktır.
Inbreeding is very common in our country. And this brings along various congenital metabolic diseases. In order to detect the congenital metabolic diseases at an early stage, lots of screening tests are carried out on the newborn. In Turkey, the metabolic diseases which are in the scope of newborn screening program are phenylketonuria, congenital hypothyroidis, biotinidase deficiency and cystic fibrosis. The screening test is carried out with the blood sample got by heel lance. The aim of the screening tests is to identify the babies with diseases, and start treatment as soon as possible, in order to prevent the nonrecoverable damage.

4.Superior Mesenteric Artery Syndrome At Pediatric Intensive Care Unit
Emine Burçe Yaşar, Mehmet Arda Kılınç, Bülent Karapınar
Pages 191 - 194
Superior mezenterik arter sendromu oral intoleransı olan hastalarda nadir olarak gözlenen bir durumdur. Duodenumun etrafındaki yağ dokusunun hızlı kaybına bağlı superior mezenter arter ile duodenum arasındaki açının derecesi azalmaktadır. Yeterli peristaltizmi olsa da duodenum geçilememektedir. Birçok nedeni vardır. Tedavi yaklaşımlarının temelinde erken nutrisyonel destek yatmaktadır. Bu yayını sendromun farkındalığının artırılması ve immobilize hastaların nutrisyonel desteklerinin erken başlanmasını hatırlatmak için paylaştık.
Superior mesenteric artery syndrome is a rare condition in patients who have oral feeding intolerance. Due to decreased fat tissue around duodenum, the angle between superior mesenteric artery and duodenum also decrease. Despite normal peristaltic bowel activity nutrients cannnot pass the duodenum. There are various causes. The basic treatment modality is early nutritional support. We shared this article to increase the awareness for this condition and recommend early nutritional support for immobilised patients.

RESEARCH ARTICLE
5.Prevalence of Proteinuria in School-Aged Turkish Children and Association with Obesity and Hypertension
Ali Gul, Samet Özer, Resul Yılmaz, Ergün Sönmezgöz, Tuba Kasap, Şahin Takçı, Nafia Özlem Kazancı, Şeyma Ünüvar, Yalçın Önder, Rıza Çıtıl, Ilknur Bütün
Pages 195 - 199
GİRİŞ ve AMAÇ: Böbrek hastalıklarında renal hasar başlangıçta asemptomatik ve hafif olabilir. Böbrek hasarının bir belirteci olan proteinüri, kronik tübülo-interstisyel hasara doğrudan katkıda bulunur. Okul çağındaki çocuklarda proteinüri prevalansını araştırdık
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışma için çalışma grubunun gerekli boyutunu hesaplamak için küme örnekleme yöntemi kullanıldı. 6 -18 yaş arasındaki 1374 çocuğun Upr / Ucr'sini belirlemek için idrar numuneleri rasgele elde edildi. Proteinüri prevalansı hipertansif ve obez çocuklarda ayrıca hesaplandı.
BULGULAR: Olguların yaş ortalaması 11,68 ± 3,43 yıl idi. Olguların % 23,9’u kırsal alanlardan ve % 76,1’i kentsel bölgeden alındı. Kız ile erkek çocuklar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olmaksızın, 92 çocukta Upr / Ucr ≥ 0,20 saptandı, proteinüri prevalansı % 6,7' ye karşılık geldi. 141 obez çocuktan 16'sında (% 11,3) proteinüri vardı; obez olmayan 1233 çocuğun 76'sında (% 6,2) proteinüri vardı (p <0,05). Hipertansiyonlu çocuklarda proteinüri % 7,5 iken hipertansif olmayanlardaki prevalans oranı % 6,7 idi (p> 0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Okul çağındaki Türk çocuklarında POP% 6,7 idi. proteinüri prevalansı, obezlerde obez olmayan çocuklardan daha yüksekti. Ancak, proteinüri prevalansı ve hipertansiyon arasında herhangi bir ilişki mevcut değildi. Tarama programları, böbrek hastalığını erken tespitte yardımcı olsa da, üriner tarama programlarının önerilmesi için daha fazla kohort araştırmaları gereklidir.
INTRODUCTION: In kidney diseases, renal damage may be mild and initially asymptomatic. Proteinuria, a marker of kidney injury, directly contributes to chronic tubulointerstitial damage. We investigated the prevalence of proteinuria (POP) in school-aged children.
METHODS: The cluster sampling method was used to calculate the required size of the study group for this cross-sectional study. Urine samples were randomly obtained to determine Upr/Ucr from 1374 children ages 6 to 18 years. POP was also specifically assessed in hypertensive and obese children.
RESULTS: The mean age of the subjects was 11.68±3.43 years. The children were from rural (23.9%) and urban (76.1%) regions of Tokat, Turkey. Upr/Ucr ≥ 0.20 was detected in 92 children, corresponding to a POP rate of 6.7%, without a statistically significant difference between girls and boys. Among 141 obese children, 16 (11.3%) had proteinuria; 76 of 1233 nonobese children (6.2%) had it (p<0.05). Children with hypertension had a POP of 7.5% compared to 6.7% of those without hypertension (p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Among school-aged Turkish children the POP was 6.7%. The POP was higher in obese than in non-obese children. But, there was no association between POP and hypertension. When screening programs allow the early detection of renal disease, further cohort studies are required for suggestion of urinary screening programs.

6.Measurement of urinary amino-terminal pro-brain natriuretic peptide in childhood lower respiratory tract infections: An indicator of clinical severity?
Eda Nisa Çullas Ilarslan, Ömer Erdeve, Fatih Günay, Deniz Tekin, Halil Özdemir, Ergin Çiftçi, Tanıl Kendirli, Hüseyin Tutkak, Atilla Halil Elhan, Semra Atalay
Pages 200 - 205
GİRİŞ ve AMAÇ: Alt solunum yolu enfeksiyonlarında (ASYE) erken tanı ve klinik ciddiyetin belirlenmesi yaşamı tehdit eden komplikasyonların önlenmesi ve tedavisi için şarttır. Laboratuvar bulguları her zaman hastalığın klinik ciddiyeti hakkında fikir vermemektedir. Bu çalışmanın amacı çocukluk çağı ASYE’larının ciddiyeti ve hastane yatışı gerektirip gerektirmediğinin belirlenmesinde idrarda amino-terminal pro-brain natriüretik peptit (NT-ProBNP) düzeyi ölçümünün klinik değerlendirmeye katkısının değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu prospektif non randomize çalışmaya 0-6 yaş aralığında ASYE tanısı alan toplam 160 hasta dahil edildi. (Grup 1: Ayaktan tedavi edilen hastalar (n=108) ve Grup 2: Hospitalize edilerek tedavi hastalar (n=52)). Kontrol grubuna benzer yaş grubunda sağlıklı 46 hasta dahil edildi (Grup 3). Hastaların idrar NT-ProBNP düzeyi ELİSA metodu ile ölçüldü.
BULGULAR: İstatiksel olarak anlamlı olmasa da hastaların idrar NT-ProBNP düzeyi kontrol grubuna göre daha yüksekti (p=0.322). Üç grup ayrı ayrı karşılaştırıldığında; en yüksek değerlerin ayaktan tedavi edilen hastalara ait olduğu ve hospitalize edilen hastaların idrar peptid düzeylerinin kontrol grubundan hafif olarak düşük olduğu, gruplararası istatiksel olarak anlamlı fark olmadığı görüldü (p=0.128). Hasta yenidoğanların bebeklerin kontrol grubundan daha yüksek değerler gösterdiği belirlendi (p=0.041). p<0.05 istatiksel olarak anlamlı kabul edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocukluk çağı ASYE’larında idrar NT-ProBNP değerleri yükselse de, sonuçlarımız bu değişikliğin hastalığın klinik şiddetinin tayininde değerli bir belirteç olarak görülmediğine işaret etmektedir. Gelecekte bu konuda özellikle yenidoğanların dahil edildiği daha fazla hasta sayısı ile yapılacak çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
INTRODUCTION: Prompt diagnosis, determination of clinical severity and intervention of lower respiratory tract infections (LRTI) is essential for prevention and management of life-threatening complications. Laboratory tests do not serve as accurate indicators of clinical severity.The aim of this study was to evaluate the contribution of urinary amino-terminal pro-brain natriuretic peptide (NT-ProBNP) concentrations in children with lower respiratory tract infections (LRTI) to clinical assessment in terms of determination of clinical severity and necessity of hospitalization.
METHODS: This prospective non-randomised study included a total of 160 patients, aged 0-6 years, diagnosed as LRTI (Group 1= Out-patient group (n=108) and Group 2= Hospitalized patients (n=52)). Control group comprised of 46 healthy children. Urinary NT-ProBNP level of each participant was measured by ELISA method.
RESULTS: Although not significant, the mean urinary NT-ProBNP level of all patients was higher than the control group (p=0.322). When we compared three groups separately, highest levels belonged to outpatients whereas hospitalized patients resembled slightly lower levels than the control group without any statistical significance (p=0.128). Concerning newborns (n=16), patients showed higher levels than the controls (p=0.041). P value < 0.05 was considered significant.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although urinary NT-ProBNP level tend to increase to some extend in childhood LRTI, this alteration does not seem to be valuable in prediction of the severity of the disease. We believe establishment of further studies including larger series of patients, especially neonates, is warranted.

7.Factors affecting same-day discharge following laparoscopic cholecystectomy in children
Zafer Dökümcü, Emre Divarcı, Sibel Tiryaki, Ahmet Çelik, Geylani Özok, Orkan Ergün
Pages 206 - 210
GİRİŞ ve AMAÇ: Erişkinlerde günübirlik laparoskopik kolesistektomi (GLK) yaygın olarak kullanılmaktadır. Çocuklarda ise bu konuyla ilgili deneyim sınırlıdır. Bu çalışmada çocuklarda GLK uygulamasını etkileyen faktörlerin ortaya konması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Haziran 2005-Temmuz 2016 tarihleri arasında kliniğimizde semptomatik veya asemptomatik kolelitiazis nedeniyle elektif laparoskopik kolesistektomi uygulanmış hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar yatış sürelerine göre gruplandırıldı. Gruplar; demografik veriler, eşlik eden hastalık, öykü, anestezi ve ameliyat özellikleri, postoperatif tedavi ve beslenme durumlarına göre karşılaştırıldı. Analiz için T-test ve ki-kare kullanıldı.
BULGULAR: Ortalama yaşı 10,4 olan 167 olgu çalışmaya dahil edildi. Hiçbir olguda açığa dönüş gerekmezken tüketim koagülopatisi gelişen bir olgu dışında komplikasyon gelişmedi. Günübirlik (GB), tek gecelik yatış (TGY) ve uzamış yatış (UY) gruplarını sırasıyla 50, 92 ve 25 olgu oluşturdu. Gruplar preoperatif özellik ve postoperatif ağrı düzeyi açılarından benzerdi. Geçirilmiş kolesistit öyküsü UY grubunda daha sıktı (p<0,05). Anestezi süresi GB grubunda en az, UY grubunda en fazlaydı (p<0,006). UY grubunda perioperatif minör komplikasyonlar GB grubuna göre daha sıktı (p=0,03). Oral beslenmeye geçiş süreleri GB, TGY ve UY gruplarında sırasıyla 3,2, 5,4 ve 14,8 saatti (p<0,009). Hiçbir olguda yeniden yatış gerekmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Günübirlik laparoskopik kolesistektomi eşlik eden hastalığı olmayan çocuklarda güvenle uygulanabilir. Anestezi süresi ve oral beslenmenin geciktirilmeden başlanması en önemli faktörlerdir.
INTRODUCTION: Laparoscopic cholecystectomy (LC) as day surgery is widely performed in adults; however experience in pediatric LC on out-patient setting is limited. We aimed to review our experience and investigate related factors.
METHODS: Medical records of patients who underwent elective LC from July 2005 to July 2016 were reviewed. Patients were grouped according to the duration of hospital stay, and patient characteristics and outcome were compared. T-test and chi-square were used for statistical analysis.
RESULTS: A hundred and sixty-seven patients with a mean age of 10.4 years were enrolled. There was no conversion with only one postoperative complication in a patient with consumption coagulopathy. Same day discharge (SDD), Overnight stay (ONS) and Prolonged stay (PS) groups were constituted of 50, 92, 25 patients, respectively. All groups had similar preoperative characteristics and median postoperative pain scores. The previous history of cholecystitis and underlying hematological diseases were more common in PS group (p<0.05). Duration of anesthesia was shortest in SDD, longest in PS groups (p<0.006). Perioperative minor complications were more common in PS group than SDD group (p=0.03). Mean time for oral feeding was 3.2, 5.4 and 14.8 hours for SDD, ONS and PS groups, respectively (p<0.009). There was no readmission.
DISCUSSION AND CONCLUSION: LC may safely be performed as day surgery in children without co-morbidities. Shorter duration of anesthesia and early oral feeding seem to play a key role in same-day discharge in these cases.

8.Efficacy and Maternal Comfort of Sequential versus Simultaneous Breast Expression by Mothers of Critically Ill Newborns
Özge Altun Köroğlu, Nazmiye Can, Başak Yıldız Atıkan, Sema Tanrıverdi, Mehmet Yalaz, Mete Akısü, Nilgün Kültürsay
Pages 211 - 215
GİRİŞ ve AMAÇ: Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’nde (YYBÜ) yatan bebeklerde direkt emzirme mümkün olmasa da sağılmış anne sütü çok faydalıdır. Bu kritik dönemde laktasyonun başlatılması ve sürdürülmesi için elle ya da elektikli süt pompaları kullanılarak süt sağılması önerilir. Bu çalışmada bebekleri YYBÜ’ne yatırılan yeni doğum yapmış annelerde ardışık ve eş zamanlı süt sağmanın etkinlik ve konforunu karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya alınan 35 anne, elektrikli pompa kullanarak her iki memeden ardışık (n=21) ya da eş zamanlı (n=14) süt sağdıkları 10 gün içerisinde prospektif olarak izlendi. Süt sağma süresine ek olarak sağılan süt miktarı günlük ve her sağma için ayrı ayrı kayıt edildi. Bu uygulamaların kolaylığı ve konforu konusunda annelerin görüşleri ve tatminkarlıkları çalışmanın sonunda bir anket ile değerlendirildi.
BULGULAR: Günlük ve her sağma girişiminde elde edilen süt müktarları gruplar arasında benzer bulundu. Her iki memeden eş zamanlı süt sağan annelerin süt sağma süreleri anlamlı olarak daha kısa bulundu. Eş zamanlı olarak her iki memeden süt sağan anneler diğerleri ile karşılaştırıldıklarında; kullanım kolaylığı yönünden daha yüksek skorlar verdiler (4.36±0.50 vs. 4.00±0.44, p=0.046). Anketin diğer alanlarında her iki süt sağma tekniği de benzer bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Süt sağmak için her iki memenin eş zamanlı sağılması zaman kazandırıcı bir yöntemdir. Bununla beraber hem eşzamanlı hem de ardışık süt sağma yöntemleri; bebekleri YYBÜ’de yatan annelerde laktasyonun sağlanmasında etkin ve iyi tolere edilen yöntemlerdir.
INTRODUCTION: Expressed breast milk is beneficial for infants in Neonatal Intensive Care Unit (NICU) when direct breastfeeding is not possible. Breast expression with manual or electric breast pumps is promoted for initiation and maintenance of lactation in this critical period. In this study we aimed to compare the efficacy and maternal comfort of sequential versus simultaneous breast expression in newly delivered mothers whose infants were admitted to NICU.
METHODS: Thirty five mothers were followed prospectively for milk expression either sequentially (n=21) or simultaneously (n=14) with breast pumps for 10 days. Total amount of milk expressed per day and per each period was recorded together with the duration of breast expression. Mothers’ impressions about the easiness and comfort of the procedure, and their satisfaction about the amount of milk were evaluated with a questionnaire at the end of the study.
RESULTS: The amounts of expressed milk per day and per each expression period were similar in both groups. However time spent for each expression period was significantly lower for simultaneous breast expression. Mothers in the simultaneous expression group gave higher scores with regard to ease of use when compared to mothers in the sequential expression group (4.36±0.50 vs. 4.00±0.44, p=0.046). Mothers graded both methods with similar scores in all other parameters.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Simultaneous breast expression is time saving, while both simultaneous and sequential breast expression are similarly efficient for milk production and both methods are helpful and well tolerable for promoting breastfeeding in NICU mothers.

9.Endocrinopathies In Turkish Children With Thalassemia Major
Belma Haliloglu, Gulen Tuysuz, Funda Tayfun
Pages 216 - 219
GİRİŞ ve AMAÇ: Talasemi majörlü (TM) çocuklarda endokrinopatiler halen yaygın bir sorun olup hayat kalitesini önemli bir ölçüde etkilemektedir. Bu çalışmada TM'lü çocuklarda büyüme geriliği ve endokrin komplikasyaon sıklığının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yaşları 3-18 arasında olan 62 TM hastası boy, kilo, vücut kitle indeksi (VKİ) ve puberte açısından retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların yapılan endokrin testleri ve oral glukoz tolerans testi (OGTT) sonuçları kaydedildi.
BULGULAR: Altmış iki (33K/29E) hastanın ortalama yaşı 10.4±3.9 yıl idi. Hastaların %37.1'nin boyu, %33.9'nun kilosu ve %11.3'nün VKİ'i ≤-2 SDS idi. Kısa boy, düşük kilo ve düşük VKİ anlamlı olarak 7 yaş sonrasında görülmekteydi (p<0.001). Gecikmiş puberte/hipogonadizm ise 19 adolesanın %37'sinde saptandı. Hastaların %13'ünde vitamin D eksikliği, %29'unda ise hiperparatiroidi görüldü. Subklinik hipotiroidi ise 55 hastanın 3'ünde (%5.5) mevcuttu. OGTT sonuçlarına göre, bozulmuş açlık glukozu 7 (%14.5), bozulmuş glukoz toleransı 3 (%6.3), diyabet 1 (%2.1) ve 2.saatte hipoglisemi 5 (%10.4) hastada saptandı. Toplamda 62 hastanın %67.7'sinde boy kısalığı ve/veya en az bir endokrinopati mevcuttu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Büyüme geriliği ve endokrin problemler halen ciddi bir sorun olup özellikle 7 yaş sonrasında ortaya çıkmaktadır. Ayrıca TM'lü hastalarda diyabet kadar hipoglisemi açısından da dikkatli olunmalıdır.
INTRODUCTION: Endocrinopathies are common in patients with thalessemia major (TM) and affect the life quality of these patients. The aim is to identify the frequency of growth retardation and endocrine complications in this group.
METHODS: Sixty-two patients aged 3-18 years with TM were evaluated retrospectively for height, weight, body mass index (BMI) and pubertal stage. Blood tests for endocrine function and oral glucose tolerance test (OGTT) results were recorded.
RESULTS: The mean age of 62 subjects (33F/29M) was 10.4±3.9 years. The frequency of ≤-2 SDS was 37.1% in height, 33.9% in weight and 11.3% in BMI. Short stature, underweight and low BMI were significantly more prevalent in children with older than 7 years old (p<0.001). Delayed puberty/hypogonadism was present in 37% of 19 adolescents. Thirteen percent of the subjects had vitaminD deficiency (<10 ng/ml), hyperparathyroidism was observed 29% of the subjects. Subclinical hypothyroidism (TSH 5-10 IU/ml) was determined in 3 (5.5%) of the 55 subjects. In OGTT, impaired fasting glucose (IFG) was determined in 7 subjects (14.5%), impaired glucose tolerance (IGT) in 3 (6.3%), diabetes mellitus in 1 (2.1%) and hypoglycemia at 120-min values in 5 subjects (10.4%). Overall, 67.7% of 62 subjects had height SDS ≤ -2 and/or at least one endocrinopathy.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Growth retardation and endocrine problems are still a serious problem in TM patients, particularly older than 7 years-old. Additionally, attention must be taken in terms of hypoglycemia in these patients, as well as diabetes.

10.Seizure Self-Efficacy Scale for Children: Confirmatory and Exploratory Factor Analysis
Şerife Tutar Güven, Mehmet Ziya Fırat, Ayşegül Işler Dalgıç
Pages 220 - 226
GİRİŞ ve AMAÇ: Son yıllarda epilepsi hastalığı olan bireylerde öz yeterlik kavramı gittikçe önem kazanmaktadır. Bu çalışmanın amacı, epilepsi hastalığı olan çocuklarda Nöbet Öz-Yeterlik Ölçeği’nin Türkçe versiyonunun psikometrik yönlerini analiz etmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma kesitsel desendedir. Araştırmanın verileri Çocuklarda Nöbet Öz Yeterlik Ölçeği ve Çocuk Tanıtım Formu kullanılarak toplanmıştır. Araştırmanın örneklemini 9-17 yaş arası 166 çocuk oluşturmuştur. Verilerin geçerliği ve güvenirliğinin incelenmesinde açıklayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri kullanılmıştır.
BULGULAR: Doğrulayıcı faktör analizi sonucunda ölçeğin geliştirildiği örneklem grubundaki faktör yapısının doğrulanmadığı belirlendi. Analiz edilen 15 maddelik ölçekte, iki faktörlü yapı belirlendi. Bu iki faktörlü yapının geçerliği ve güvenirliği yapılan analizlerle doğrulandı. Ölçeğin yeni faktör yapısı ise ölçeğin orijinalinden elde edilerek doğrulandı. Bununla birlikte Nöbet Öz Yeterlik Ölçeği’nin iki faktörlü yapısının psikometrik analizlerinin Türk çocuklarında kabul edilebilir düzeyde olduğu ve epilepsi hastalığı olan çocuklarda öz-yeterliği ölçmede geçerli güvenilir bir araç olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sağlık profesyonelleri, epilepsi hastalığı olan çocuklarda nöbet öz yeterlik düzeyini belirleyerek ve değerlendirerek daha etkili bir tedavi süreci ve hemşirelik bakımı sunabilirler, bunun sonucunda çocuğun hastalıkla baş etmesine ve hastalığın yönetim sürecine olumlu katkı sağlayabilirler.
INTRODUCTION: In the past few years, the concept of self-efficacy in individuals with epilepsy has become increasingly important. The aim of this study was to analyze the psychometric aspects of the Turkish version of the Seizure Self-Efficacy Scale for Children.
METHODS: This is a cross-sectional survey. The study data were collected using the Seizure Self-Efficacy Scale for Children and Child Introduction Form. The study sample included 166 children who were between 9 and 17 years of age. The authors assessed the reliability and construct validity of the study data using exploratory and confirmatory factor analyses.
RESULTS: Confirmatory factor analysis did not confirm the original model, which was reported in the original sample. The analysis tool included 15 items in two factors. Reliability of the two factors was acceptable and validity was supported. The tool was valid and reliable for measuring self-efficacy of children with epilepsy. The factor structure was derived from and confirmed by the original tool. It was found that the Turkish version of the modified Seizure Self-Efficacy Scale for Children had satisfactory psychometric aspects for a Turkish population.
DISCUSSION AND CONCLUSION: By assessing and determining children’s seizure self-efficacy levels, health professionals can provide more effective treatment and nursing care and make a positive contribution to the process of managing and coping with the disease.


11.Assessment of awareness about prematurity and related problems
Nilgün Kültürsay, Özge Altun Köroğlu, Sirmen Kızılcan, Elif Kocaöğüt, Mehmet Yalaz, Mete Akısü
Pages 227 - 231
GİRİŞ ve AMAÇ: Prematürite toplumun tüm kesimlerini etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmada prematurite ve ilişkili sorunlar konusunda farkındalık düzeyini değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: On beş sorudan oluşan anket tıp fakültesi öğrencileri, pediatri asistanları ve halktan kişilere yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulanmıştır. Çalışma kapsamında uygulanan anket 8 adet açık uçlu, 7 adet “evet-hayır” şeklinde yanıtlanan soru içermekteydi.
BULGULAR: : Anketi yanıtlayan 150 kişinin 92’si sağlık çalışanı geri kalan 54’ü ise halktan kişilerdi. Dünya Prematürite Farkındalık Günü ’nünden sağlık çalışanı olan ve olmayan gruplar benzer oranda haberdardı (sırasıyla %58,7 vs. %58,6, p=0,30). Prematüreliği sağlık çalışanları %100 oranda; diğerleri ise %89,7 oranında doğru tanımladı (p=0,002). Halktan kişiler daha büyük doğum ağırlığı ve gestasyonel yaştaki bebeklerin yaşatılabileceğini düşünürken; bu grubun prematürelerin erken ve uzun dönem sorunları konusunda bilgileri daha kısıtlıydı. Her iki grupta da yenidoğan bakımında uzmanlaşmış hekimler konusunda farkındalık düşüktü (%17,4 vs. %13,8, p=0,135). Yenidoğan bakımında uzmanlaşmış hekim ve hemşire açığı konusunda halktan kişilerin farkındalık düzeyi sağlık çalışanlarından anlamlı olarak düşüktü (p değerleri 0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Prematüreliğin ne olduğu bilinmesine rağmen; bu bebekleri bekleyen sorunlar, bakımında görev alacak ekiplerin nitelik ve yeterliliği konusunda toplumda henüz bilgilenme olmadığı anlaşılmıştır.
INTRODUCTION: Prematurity is an important health problem affecting all segments of society. In this study, we aimed to evaluate the level of awareness about prematurity and related problems.
METHODS: The questionnaire consisting of fifteen questions was administered to medical faculty students, pediatric residents and to public people by face to face interviews. The questionnaire applied in the scope of the study had 8 open-ended questions and 7 "yes-no" questions.
RESULTS: Of the 150 people who answered the questionnaire, 92 were health workers and the remaining 54 were people from public. The groups with and without health workers had similar rate of awareness about the World Prematurity Awareness Day (58.7% vs. 58.6% respectively, p = 0.30). All of health care workers defined prematurity correctly; whereas 89.7% of the people from public did so (p <0.05). While people from public expected survival of babies with higher birth weight and gestational age; this group was less informed about the short and long-term problems related to prematurity. In both groups, the awareness of physicians specializing in newborn care was low (17.4% vs. 13.8%, p = 0.13). The level of awareness about the shortage of physicians and nurses who were specialized in neonatal care was significantly lower among public people than that of health care workers (p values <0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study population although it is known what the prematurity is; knowledge about the complications of prematurity and the quality and sufficiency of the health care teams involved in the care of premature babies is lacking.

12.Turkish validity reliability and newborns adaptation of pediatric peripheral intravenous infiltration scale
Ebru Temizsoy, Özlem Eriş, Ayşe Karakoç, Şengül Cangür, Güner Karatekin, Fahri Ovalı
Pages 232 - 238
GİRİŞ ve AMAÇ: Pediatrik Periferal İntravenöz İnfiltrasyon Ölçeği’nin Türkçe geçerlik güvenirliğinin incelenmesi ve yenidoğanlarda kullanımının uyarlanması amacıyla planlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Metodolojik tipte olan bu çalışma prospektif ve gözlemsel özelliktedir. 54 yenidoğanda, 2 gözlemcinin eş zamanlı değerlendirme sonuçları ile yürütülmüştür. Her bebek damar yolu değiştirildiği andan itibaren, saatlik gözlemler ile 8 kez izlenmiş ve toplam 864 gözlem sonucu ölçek ile değerlendirilmiştir. İstatistiksel değerlendirmeler için SPSS programı kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 54 hasta ve 864 gözlem sonucu alınmış olup Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde her bir bakım düzeyindeki olguların oranları benzerdir (1. Düzey: 16 hasta; 2.düzey: 23 hasta; 3. Düzey 15 hasta, (p=0.348) En fazla kullanılan sıvı cinsi %63’lük oranla %10 dekstroz ve %26’lık oranla total parenteral nutrisyon sıvısı olarak bulunmuştur. Postnatal ortanca 3. günden (min=1, max=27) itibaren takip yapılmıştır. Toplam 864 gözlem yapılan 54 bebeğin (n=19) %35’inde birinci gözlem sonrasında damar yolu değiştirilmiştir. Damar yolu değiştirilen bebeklerin ölçeğe göre n=11’i (%69) birinci evrede (1 puan), n=5’i (%25) ikinci evrede (2 puan) tespit edilmiş ve damar yolları yenilenmiştir. İki değerlendirici arasındaki uyumu gösteren Krippendorff’ alfa güvenirlik katsayısı” 1.00 olarak hesaplanmıştır (p<0.001). Bu sonuç iki değerlendirici arasında “tam uyumu” göstermektedir. Ölçümler arasındaki güvenirliği gösteren Intra-class korelasyon katsayısı ise r=0.99 (p<0.001) bulunmuştur. Bu katsayısı da ölçümlerin yüksek düzeyde güvenilir olduğunu ifade etmektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İntravenöz infiltrasyon ve ekstravazasyonlar yenidoğanlarda önlenebilir komplikasyonlardır ve düzenli aralıklarla bir ölçek yardımı ile değerlendirilmelidir. Pediatrik Periferal İntravenöz İnfiltrasyon Ölçeği Türkçe olarak geçerli güvenilir bir ölçek olup yenidoğanlarda kullanımı uygundur.
INTRODUCTION: The aim of the study is to determine the Turkish validity relıability and newborns adaptation of pediatric peripheral intravenous infiltration scale.
METHODS: This study is methodological and with simultaneous evaluation of the two observers at the 54 newborns were conducted. Each infant was monitored 8 times with hourly observations from when the vein path was changed and a total of 864 observational outcomes were assessed with Scale. SPSS program was used for statistical evaluations.
RESULTS: A total of 54 newborns were taken to study and the proportions of cases at each care level in Neonatal Intensive Care Unit (NICU) were similar (Level I: 16 patients, Level II: 23 patients, Level III: 15 patients, (p = 0.348). The most commonly used fluid was found to be dextrose10% in 63% and total parenteral nutritional fluid(TPN) in 26%. Newborns postnatal age was median 3 days (min = 1, max = 27). A total of 864 observations were made for 8 hours and in the 35%(n=19) of 54 babies, the vein pathway was changed after the first observation. 69% of the infants whose vascular acces were changed were identified in the first stage (1 point), 25% in the second stage (2 points) andvascular acces were renewed. The Krippendorff 'alpha reliability coefficient' showing the integration between the two evaluators was 1.00 (p <0.001). This result shows "full compliance" between the two evaluators. Intra-class correlation coefficient showing reliability between measurements was r = 0.99 (p <0.001). This coefficient also indicates that the measurements are highly reliable.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Intravenous infiltration and extravasations are preventable complications in neonates and should be assessed with the aid of a scale at regular intervals. Pediatric Peripheral Intravenous Infiltration Scale can be used in Newborns and in Turkish.

CASE REPORT
13.Polyneuropathy After Gastric by-pass Surgery
Hande Gazeteci Tekin, Sarenur Gökben, Sanem Yılmaz, Gül Serdaroğlu, Hasan Tekgül
Pages 239 - 241
Günümüzde hızla artış gösteren obesite önemli derecede mortalite ve morbiditeye neden olmaktadır. Diete ve egzersize rağmen önüne geçilemeyen kilo artışı ve beraberinde getirdiği hastalıklar nedeniyle tedavide gastrik by-pass uygulaması sıkça kullanılmaktadır. Kısa sürede sonuç alınan bu yöntemin komplikasyonlarından başlıcaları ise sonrasında oluşabilecek nütrisyonel eksiklikler ve bu eksiklikler sonucunda ortaya çıkan klinik tablolardır. Morbid obesite nedeniyle gastrik by-pass uygulanmış ve sonrasında polinöropati gelişen bir hastayı sunmayı amaçladık.
Today, rapidly increasing obesity causes significant morbidity and mortality. Gastric by-pass frequently used for the treatment of morbid obesity which cannot be controlled with diet and exercise. Beside this treatment modality achieve success rapidly it also have several complications such as nutritional deficiency and its clinical results. We aimed to present a patient with polyneuropathy after gastric by- pass surgery for morbid obesity.

14.Oral ibuprofen induced spontaneous intestinal perforation in a preterm infant
Şahin Hamilçıkan, Övgü Büke, Sultan Bent, Esra Özcan, Emrah Can
Pages 242 - 244
Ibuprofen preterm bebeklerde PDA tedavisinde sıklıkla alternatif olarak kullanılmaktadır.Yan etkileri indometazinden daha az olarak bildirilmektedir. Spontan intestinal perforasyon sıklıkla steroid alımı sonrasında pereterm bebeklerde görülen nekrotizan enterokolitten farklı bir klinik tablodur. Bu vakada PDA tedavisi için oral ibuprofen tedavisi alan preterm bir yenidoğanda tedavi ile ilişkili spontan intestinal perforasyon olgusu sunuldu.
Ibuprofen is often used as an alternative for PDA treatment in preterm infants. The prevalence of reported side effects is less than indomethacin. Spontaneous intestinal perforation differs from necrotizing enterocolitis, presents as an early clinical picture and usually occurs after corticosteroid treatment in preterm infants. We present a case of a preterm neonate with spontaneous intestinal perforation induced by oral ibuprofen treatment.

15.A Case: Diazoxide Treatment-resistant Hyperinsulinemic Hypoglycaemia
Damla Goksen, Nurhan Murat, Özge Altun Köroğlu, Burçe Emine Yaşar, Samim Özen, Sanem Yılmaz, Mehmet Yalaz, Nilgün Kültürsay, Yeşim Ertan, Ahmet Çelik, Şükran Darcan
Pages 245 - 248
Hiperinsulinemik hipoglisemi (HH) yenidoğan ve sütçocuklarında dirençli ve tekrarlayan hipogliseminin en sık görülen ve en zor yönetilen nedenidir. Burada yaşamının 1. gününde HH tanısı alan ve izlemde diazoksit yanıtsız olması nedeniyle totale yakın pankreatektomi uygulanan bir olgu sunuldu. Olguda,erken tanı ve müdaheleye rağmen, hipoglisemi ve cerrahiye ait komplikasyon gelişti.
Hyperinsulinemic hypoglycemia is the commonest reason of persistant and recurrent hypoglycemia in the neonatal and infancy periods. We presented a case, diagnosed of hyperinsulinemic hypoglycemia on the first day of life, underwent near-total pancreatectomy because of the unresponsiveness to diazoxide treatment. Despite early diagnosis and management, complications developed due to hypoglycemia and surgery.

16.A Newborn Case of 'c' Subgroup Mismatch Presenting with Severe Hemolysis and Anemia
Ezgi Yangın Ergon, Senem Alkan Özdemir, Rüya Çolak, Kıymet Çelik, Özgür Olukman, Şebnem Çalkavur
Pages 249 - 252
Son yıllarda anti-D gamaglobülin kullanımının yaygınlaşması ile birlikte yenidoğan döneminde Rh uyuşmazlıklarına bağlı hemoliz ve sarılık büyük ölçüde azalmıştır. Bununla beraber subgrup uyuşmazlıklarının yenidoğanın hemolitik hastalığı etyolojisindeki oranı önemli ölçüde artmıştır. Bu makalede; postnatal 8. gününde, ağır anemiyle seyreden, intravenöz immunglobulin ve subgrup uygun kan transfüzyonu ile hemolizi kontrol altına alınan bir subgrup ‘c’ uyuşmazlığı olgusu sunulmuştur. Bilimsel çalışmalar, majör kan grubu uyuşmazlığı bulunmayan ancak anti-c antikorları taşıyan olgularda hemolitik hastalığın oldukça ciddi seyredebildiğini göstermiştir. Bu nedenle şiddetli hemolitik anemi ile kliniğe başvuran yenidoğanlarda her zaman subgrup uyuşmazlıkları akılda bulundurulmalı, subgrup uygun kan ürünleri ile transfüzyonları ve gerekirse kan değişimleri sağlanmalıdır.
Hemolysis and jaundice related to Rh incompatibility in the neonatal period has decreased substantially due to the widespread use of anti-D gammaglobulin in recent years. Nevertheless, the rate of subgroup mismatch in the etiology of hemolytic diseases of the newborn has increased significantly. In this article, an 8-day-old newborn infant, having 'c' subgroup incompatibility and presenting with severe anemia in whom hemolysis could be controlled with intravenous immunoglobulin infusion and subgroup appropriate blood transfusion, has been presented. Scientific studies have demonstrated that hemolytic disease of patients who don’t have major blood group incompatibility but carry anti-c antibodies, can be rather serious. Therefore, subgroup mismatch should always be kept in mind for newborns presenting with severe hemolytic anemia and transfusion or if necessary exchange transfusion should be provided with subgroup matched blood products.