Abstractagent™ - Bildiri özeti örneği

Bildiri özeti örneği


Önemli Not: Bu sayfadaki özetler, bildiri özetlerinin nasıl yazılması gerektiği konusunda yazarlara kılavuzluk etmesi açısından örnek olarak verilmişlerdir. Bildiri sahiplerinin ve yazarlarının bu sayfa ile doğrudan ve dolaylı olarak bir ilişkisi bulunmamaktadır.


* Türk Toraks Derneği 16. Yıllık Kongresinde sözlü olarak sunulmuştur.

Pulmoner arteryel hipertansiyon hastalarında inspiratuar kas kuvvetinin dispne ve fonksiyonel kapasite üzerine etkisi

Melda Sağlam1, Hülya Arıkan1, Naciye Vardar Yağlı1, Ebru Çalık1, Deniz İnal İnce1, Sema Savcı2, Ali Akdoğan3, Mehmet Yokuşoğlu4, Lale Tokgözoğlu5
1Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara
2Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
3Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Ünitesi, Ankara
4Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
5Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara

GİRİŞ-AMAÇ: Dispne ve yorgunluk, pulmoner arteryel hipertansiyon (PAH) hastalarında sık görülen semptomlardır. Bu çalışmanın amacı; PAH hastalarında inspiratuar kas kuvvetinin dispne ve fonksiyonel kapasite üzerine klinik etkisinin araştırılmasıdır. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmaya New York Heart Association (NYHA) sınıf II ve III, 31 PAH’lı hasta (25 kadın, 6 erkek; yaş ortalaması=49.74±12.40 yıl) dahil edildi. Solunum kas kuvveti taşınabilir ağız basıncı ölçüm cihazı ile ölçüldü. Dispne algılaması, modifiye Medical Research Council (MMRC) skalası ile değerlendirildi. Fonksiyonel kapasite, altı dakika yürüme testi (6DYT) ile belirlendi. 6DYT’den önce ve sonra kalp hızı, dispne ve yorgunluk algılaması ve oksijen saturasyonu kaydedildi. BULGULAR: İnspiratuar kas kuvveti, MMRC skoru (r=-0.61, p<0.0001), NYHA sınıfı (r=-0.38, p=0.035), 6DYT mesafesi (r=0.58, p=0.001), egzersiz dispne algılaması (r=-0.40, p=0.029) ve egzersiz oksijen saturasyonu (r=0.37, p=0.046) ile ilişkiliydi. MMRC skoru ve 6DYT mesafesi, inspiratuar kas kuvvetini bağımsız olarak tahmin etmekteydi (R=0.68, R2=0.46, F(1-27)=4.625, p=0.041). SONUÇ: PAH’lı hastalarda inspiratuar kas kuvvetindeki azalma, günlük yaşam aktiviteleri ve egzersiz sırasında dispne algılamasında artmaya ve fonksiyonel kapasitede azalmaya neden olan önemli bir faktördür. PAH hastalarında pulmoner rehabilitasyon programlarına inspiratuar kas eğitiminin dahil edilmesi, bu parametrelerde önemli gelişmelere yol açabilir.

Anahtar Kelimeler: Pulmoner hipertansiyon, dispne, kas kuvveti, altı dakika yürüme testi

* TÜSAD 35. Ulusal Kongresinde sözlü olarak sunulmuştur.

Yoğun bakımda bronkoskopi: Endikasyonlar, komplikasyonlar ve güvenlik

Levent Dalar1, A. Filiz Koşar2
1İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
2Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul

GİRİŞ-AMAÇ: Bir üçüncü basamak göğüs hastalıkları hastanesi yoğun bakım ünitesinde yapılan bronkoskopilerin endikasyonlarını, komplikasyonlarını ve sonuçlarını değerlendirmek. GEREÇ-YÖNTEM: Üçüncü basamak bir göğüs hastalıkları eğitim hastanesi yoğun bakımında Ocak 2012-Aralık 2012 tarihleri arasında yapılan bronkoskopiler geriye dönük olarak incelendi. Endikasyonlar, komplikasyonlar ve mikrobiyolojik inceleme sonuçları değerlendirildi. BULGULAR: Toplam 50 hastaya (16 kadın) 99 işlem yapıldı. Yaş ortalaması 62,18 ± 14,02 (26–88 arasında) idi. İşlemlerin %39.4’ü tanısal, %27.3’ü terapötik, %33.3 işlem ise hem tanısal hem de terapötik amaçlı gerçekleştirildi. Yetmiş sekiz işlem invaziv mekanik ventilasyon altında, 5 işlem noninvaziv ventilasyon altında, 16 işlem ise spontan solunumda gerçekleştirildi. Bronkoskopi öncesi ve sonrası bakteriyojik kültür üremeleri karşılaştırıldığında anlamlı fark saptanmadı (p=0,08). Otuz üç işlemde bronkoskopi öncesi ve sonrası üreme varken, 25 işlemden hem önce hem de sonra üreme saptanmadı. On yedi işlemde işlem öncesi üreme varken işlem sonrası üreme olmadığı; 24 işlemde ise öncesi üreme yok iken üreme saptandığı görüldü. İşlem ile ilişkili ölüm görülmedi. Geçici hipoksemi ve ritm bozukluğu dışında komplikasyon gelişmedi. SONUÇ: Yoğun bakımda bronkoskopi uygulamalarının temel endikasyonunu bakteriyolojik etkenin saptanması oluşturmaktadır. Ancak havayolu açıklığının kontrolü ve sağlanması diğer bir temel endikasyondur. Bronkoskopik işlem gerekli izolasyon ve dezenenfeksiyon önlemlerine uyulduğunda ek bir kontaminasyon riski getirmemektedir. Yoğun bakımda hem tanısal hem de terapötik bronkoskopi uygulamaları sağkalıma olumlu katkıda bulunur, doğru tıbbi bakım sağlanması için güvenli ve gereklidir.

Anahtar Kelimeler: Bronkoskopi, endikasyon, yoğun bakım

* TOD 47. Ulusal Kongresinde sözlü olarak sunulmuştur.

Trahoma sekonder kornea opasitelerinde pakimetri ölçümlerinin karşılaştırılması

Rana Altan Yaycıoğlu1, Handan Canan1, Selçuk Sızmaz2
1Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
2Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana

GİRİŞ-AMAÇ: Pakimetri ölçümleri korneanın bulanıklığından etkilenirler. Bu çalışmada trahom geçirmiş kornea opasitesi olan olgularda pakimetri ölçümlerini karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Prospektif olarak planladığımız bu çalışmamızda trahom hikayesi olup korneasında opasite olan 49 hastanın 49 gözünü inceledik. Kornea opasitesi Fantes’in önerdiği şekilde sınıflandırıldı. Kornea pakimetri ölçümleri ultrason (US), Orbscan topografi ve optik koherans tomografi (OKT) ile alındı. Ölçümler arasındaki fark eşleştirilmiş t-testi ile değerlendirildi. Ek olarak, korneaları saydam olan ve refraksiyon kusuru dışında oküler problemi olmayan 49 hastadan oluşan kontrol grubunun pakimetri ölçümleri karşılaştırıldı. BULGULAR: Çalışma grubunda 15 erkek, 33 kadın vardı. Kornea opasitesi derecesi 10 olguda 1, 24 olguda 2, 14 olguda 3 düzeyindeydi. Yaş ortalaması 67,6 ± 10,8 idi. Kornea kalınlık ortalamaları US ile 520,1 ± 66,1 μm, topografi ile 412,9 ± 91,5 μm, OKT ile 497,4 ± 59,4 μm bulundu. Ölçümler arası fark değerlendirildiğinde her üç ölçüm arasında istatistiksel anlamlı bir fark olduğu görüldü (p< 0,001). Kontrol grubuna 18 erkek, 20 kadın alındı. Tüm olguların sağ gözü değerlendirildi. Yaş ortalamaları 63,3 ± 13,0 idi. Kornea kalınlık ortalamaları US ile 566,5 ± 42,0 μm, topografi ile 565,0 ± 35,5 μm, OKT ile 532,7 ± 36,6 μm bulundu. Ölçümler arası fark değerlendirildiğinde US ile topografi ölçümleri arasındaki fark anlamlı değilken (p=0,648), OKT ölçümleri ile US ve topografi ölçümleri arasında anlamlı fark bulundu (p<0,001). SONUÇ: Kornea opasitesi olan olgularda üç yöntem arasında anlamlı bir fark bulundu. Saydam kornealı olgularda da OKT ile yapılan pakimetri ölçümleri diğer yöntemlerden farklı bulundu. Çalışmamızın sonuçlarına göre üç yöntemin birbirinin yerine kullanılamayacağı sonucuna vardık. Kornea opasitesi olan olgularda hangi yöntemin daha güvenilir olduğuna karar vermek için daha geniş hasta gruplarında yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.

Anahtar Kelimeler: Kornea, kornea opasitesi, kornea pakimetrisi, kornea topografisi, optik koherens tomografi

* 22. Ulusal İmmünoloji Kongresinde sözlü olarak sunulmuştur.

Salmonella'da hafızalı bağışıklık sağlayan Crispr repertuvarı

İrem Esendemir, Neşe Akış
Trakya Üniversitesiü, Sağlık Bil. Enst. İmmünoloji Aanabilim Dalı, Edirne

GİRİŞ-AMAÇ: Bu çalışmada Salmonella bakterisinin kendilerine saldıran fajlara karşı hafızalı savunma yapmak üzere oluşturduğu CRISPR bağışıklık repertuvarının incelenmiştir. GEREÇ-YÖNTEM: Model Salmonella typhimurium LT2 bakterisinin CRISPR repertuvarı uzaktan kumandalı biyoinformatik araç kullanılarak ‘’crispr.u-psud.fr’’ veritabanından çıkartılmıştır. CRISPR repertuvarları spacer denilen virüs temsili nükleotid dizileriyle oluştuğundan, her spacerlar aynı veritabanını blast motoru ile NCBI-USA sörvırında bulunan nükleotid veritabanına karşı taranmıştır. Elde edilen ve model ile ortak spacer içeren salmonella alt türleri listelenmiş, 22 tanesinde yer alan suşların kendi içerisinde ve ilk iki CRISPR adasında bulunan spacerların ne kadarını içerdiği manuel incelenmiştir. BULGULAR: (1) Model bakterinin kromozomunda 3 CRISPR adalarında toplam 55 adet spacer bulunmaktadır. (2) Model ile en az bir ortak spacer içeren 46 adet salmonella alt tür grubuna rastlanmıştır. Bu grupların % 9’u 41 ve daha fazla sayıda ortak spacer içerirken, % 65’inin 2 ve daha az sayıda içerirmektedir. (3) 21 alt türde 1-17 arasında ve birinde 148 suş bulunmaktadır. Bu 22 grubun hemen yarısında bulunan suşların büyük çoğunluğunun ilk CRISPR spacerlarının en az % 83’ünü içerdiği, diğer yarısındaki grupların suşlarının hemen hepsinin spacerların % 16’sını içerdiği bulunmuştur. Aynı inceleme 2. pozisyondaki CRISPR için yapıldığında, grupların % 14’ünde bulunan suşların en az yarısının tüm spacerları içerdiği, grupların %68’inde bulunan suşların hepsinin ise spacerların en çok % 6’sını içerdiği tespit edilmiştir. Gruplarda spacer bulundurma sıklığının son virüs enfeksiyonuna doğru ilk CRISPR için % 35’de %45’e doğru ve 2. CRISP için % 18’den % 30’a doğru arttığı saptanmıştır. SONUÇ: Günümüz salmonellalarının yarısısının faj enfeksiyonuna doğal direnç gösterdiği ve diğer yarısının kendisini hafızalı bağışıklık ile koruduğu anlaşılmaktadır. Hafıza edinme süreci incelendiğinde bakterinin zaman içinde daha fazla hafızalı savunmaya geçtiğinin saptanması bakterinin gittikçe daha patojenitesi evrilmiş virüslerle karşılaştığını düşünmektedir. Çalışmanın sonuçları, Salmonellaların en sık enfekte olduğu faj/plasmid popülasyonunu aydınlatacak, Salmonellalara karşı geliştirilebilecek drug fajların neler olabileceğini ortaya koyacaktır.

Anahtar Kelimeler: Salmonella, crispr, bakteriyel bağışıklık

* 49. Diyabet Kongresinde sözlü olarak sunulmuştur.

İskemik inme geçiren diyabetik hastalarda eşlik eden risk faktörleri

Gülçin Benbir, Derya Uludüz, Birsen İnce
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul

GİRİŞ-AMAÇ: Diyabetik hastalarda inme riski, normal popülasyona göre 2-6 kat daha fazladır. Kardiyovasküler hastalıklar, hipertansiyon, hiperlipidemi gibi diğer risk faktörlerinin diyabet ile bir arada bulunması inmenin tekrarlama riskini artırabilir. GEREÇ-YÖNTEM: 1996-2011 yılları arasında, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı İnme Polikliniğinde takip edilen inme hastaları çalışmaya alınmış, diyabetik olanlar, diyabeti olmayan grup ile karşılaştırılarak, inme tipleri, eşlik eden risk faktörleri ve inme tekrarı açısından farklılıklar araştırılmıştır. BULGULAR: 2564 iskemik inme hastasının (ortalama yaş 61.8+13.5) 677’sinde (%26.4) diyabet mevcuttu. İskemik inmenin alt tiplerine bakıldığında, diyabeti olanlarda en sık küçük damar hastalığına bağlı inme, diyabeti olmayanlarda en sık kardiyoembolik etyolojiye bağlı inme saptandı. Cinsiyet dağılımı değerlendirildiğinde, istatistiksel anlamlılık göstermemekle birlikte, diyabeti olanlarda kadınların oranı daha yüksekti (%49.2 ve %45.4, p=0.090). Eşlik eden risk faktörleri incelendiğinde, diyabetiklerde hipertansiyon, hiperlipidemi ve kardiyak hastalık oranları sırasıyla %83.5, %41.1, %43.6 iken, diyabetik olmayan grupta sırasıyla %63.5, %27.2, %32.9 bulundu; her üç risk faktörü de diyabetiklerde anlamlı oranda yüksekti (p<0.001). Sigara kullanımı diyabeti olan grupta daha düşük bulundu (%35.9 ve %42.6, p=0.002). Tekrarlayıcı inme oranı diyabetik grupta (%22.5) diyabeti olmayan gruba kıyasla (%16.8) anlamlı olarak daha fazla idi (p=0.001). SONUÇ: Çalışmamızda inme geçiren diyabet hastalarında hipertansiyon, hiperlipidemi ve kalp hastalıkları gibi risk faktörlerinin belirgin şekilde yüksek bulunması ve diyabetik olanlarda inme tekrarının daha yüksek olması, hem inmeden birincil korumada hem inme tekrarını önlemede diyabet ile birlikte diğer risk faktörlerinin kontrolünün önemini göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: İskemik inme, Diyabet, Risk faktörleri

* 12. Ulusal Aile Hekimliği Kongresinde sözlü olarak sunulmuştur.

Akut gastroenteritli olguların ailelerinin rota virüs aşısı hakkındaki bilgi ve tutumları

Nazmiye Kaçmaz Ersü1, Abdurrahman Ersü1, Tevfik Tanju Yılmazer1, Mehmet Helvacı2, Kurtuluş Öngel1
1Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği, İzmir
2Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klinikleri, İzmir

GİRİŞ-AMAÇ: Çocukluk çağında ağır gastroenterite neden olan etkenlerin başında rotavirüs gelmektedir. Morbidite, mortalite ve önemli bir ekonomik yüke neden olan rotavirüs ishalinin önlenmesinde başlıca yöntemin aşılama olduğu bilinmektedir. Bu çalışma ile akut gastroenteritli olguların demografik özellikleri ile ailelerinin aşı bilgi düzeyi ve tutumlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışma 1 Ocak-1 Mart 2012 tarihleri arasında İzmir Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Acil Servisi’ne gastroenterit yakınmasıyla başvuran ve gastroenterit nedeniyle Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Servisi’nde yatan toplam 53 hastanın ailelerine, araştırmacılar tarafından oluşturulmuş anket formu uygulanarak gerçekleştirilmiştir. Verilerin SPSS 16.0 istatistik programı ile yüzde dağılım analizi yapılmış ve ki kare testi ile anlamlılıkları değerlendirilmiştir BULGULAR: Çalışmaya yaşları 1-60 ay (median:13; sd:12.93) arasında değişen 31 (%58,5) erkek ve 22 (%41,5) kız olmak üzere toplam 53 hasta dahil edilmiştir. Olguların 7’sinin (%13,2) gastroenterit tanısının ilk koyulduğu yer aile sağlığı merkezi, 12’sinin (%22,6) hastane polikliniği, 32’sinin(%60,4) acil servis ve 2’sinin(%3,8) diğer servisler olduğu tespit edildi. Olguların 49’unun (%92,5) aşı olmadığı, 4’ünün (%7,5) ise aşı olduğu saptandı. Neden aşı yapılmadığı sorgulandığında; 47 (%88,7) kişi aşıyı duymadığı için; 1 (%1,9) kişi maddi imkansızlık nedeniyle; 1 (%1,9) kişi de aşının koruyuculuğuna inanmadığı için aşıyı yaptırmadığını ifade etti. Aşı hakkında nereden bilgi aldıkları sorulduğunda; 46 kişinin (%86,8) bilgilendirilmediği, 3 kişinin (%5,7) aile hekimi tarafından, 3 kişinin (%5,7) de diğer doktorlar tarafından bilgilendirildiği öğrenildi. 14 olgunun (%26.4) rotavirüs negatif, 14 olgunun (%26.4) rotavirüs pozitif ve 25 olgunun (%47,2) gaita virüs antijen testinin yapılmamış olduğu saptandı. Aşı olmama ile aşıyı duymadığı için aşıyı yaptırmama (p:0,00) arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptandı. Aile hekimleri tarafından bilgilendirilme ile aşıyı yaptırma arasında da istatistiksel anlamlı (p:0,00) ilişki görüldü. SONUÇ: Çalışma grubundaki olguların ailelerinin rotavirüs aşısı konusundaki bilgileri yetersizdir. Aileler rotavirüs aşısı konusunda sağlık kuruluşları tarafından daha etkin bilgilendirilmeli, aşı yaptırma yönünde desteklenmelidir.

Anahtar Kelimeler: Aşı, akut gastroenterit, rotavirüs

* 33. Ulusal Radyoloji Kongresinde poster olarak sunulmuştur.

Servikal lenfadenopati ayırıcı tanısında sonografik elastografinin yeri

Nevbahar Akçar Değirmenci, Meltem Akay, Murat Şahin, Fezan Şahin, Serap Işıksoy
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Eskişehir

GİRİŞ-AMAÇ: Servikal lenfadenopatilerin (LAP) gri-skala ultrasonografi (US) ve sonografik elastografi bulgularını birlikte değerlendirerek ayırıcı tanıda değerlerini araştırmayı amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Servikal lenf nodu (LN) ve LAP’ı olan 50 olgu gri-skala US ve sonografik elastografi ile değerlendirilerek patolojik tanılarına göre gruplara ayrıldı. Sonografik elastografide alan oranı (AR) (sert alan/tüm lenf nodunun kesitsel alanı) saptandı. Patolojik gruplara göre ortalama AP çap değerleri nonparametrikTukey çoklu karşılaştırma testi ile karşılaştırıldı. Malign-benign LAP ayırıcı tanısında yararlı olabilecek AP çap ve AR cut-off değerlerini saptamak için ROC analizi yapıldı. BULGULAR: Çalışma kapsamına 12 reaktif LN/LAP, 7 inflamatuar LAP, 18 lenfomalı olgu, 6 lösemili olgu, 7 metastatik LAP dahil edildi. Gri-skala US incelemede median anteroposterior çaplar reaktif lenf nodlarında 5.7 mm, inflamatuar LAP’ta 12 mm, lenfomada 11.8 mm, lösemide 11 mm, metastazda 13.1 mm olarak bulundu. Ortalama AR ise reaktif lenf nodlarında %30, inflamatuar LAP’larda %32, lenfomada %63, lösemide %69.5, metastazda %79.5 bulundu. ROC analizinde malign-benign LAP ayırıcı tanısında AP çap ve AR için cut-off değerleri sırasıyla 8 mm ve %35 olarak belirlendi. SONUÇ: Sonografik elastogram LAP’ın ayırıcı tanısında gri-skala US incelemenin sensitivite ve spesifisitesini artırdığından ek görüntüleme modalitesi olarak güvenilir bir şekilde kullanılabilir.

Anahtar Kelimeler: Boyun, gri-skala ultrasonografi, lenfadenopati, lenf nodu, sonografik elastografi

* Türk Nöroşirürji Derneği 26. Bilimsel Kongresinde sözlü olarak sunulmuştur.

Beyin ölümü tanısında santral retinal arter doppler ultrasonografinin yeri

Gökhan Gündoğdu1, Oktay Algın2, Seval İzdeş3, Mehmet Özerk Okutan4, Mustafa Karaoğlanoğlu2, İhsan Solaroğlu5
1Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1. Nöroşirürji Kl., Ankara
2Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kl., Ankara
3Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Kl., Ankara
4Ordu Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroşirürji AD, Ordu
5Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroşirürji AD, İstanbul

GİRİŞ-AMAÇ: Santral retinal arter kan akımı incelenerek Orbital Doppler Ultrasonografi'nin (ODUS) beyin ölümü tanısındaki etkinliğini araştırmak ve ODUS’den elde edilen veriler ile transkranyal doppler ultrasonografi (TDUS) ve karotid doppler ultrasonografi'nin (KDUS) verilerini karşılaştırmak. GEREÇ-YÖNTEM: Klinik muayene ve doğrulama testleri ile beyin ölümü tanısı konulmuş 11 hasta üzerinde ODUS, TDUS ve KDUS kullanılarak Maksimum Sistolik Hız, Sistol/Diastol, Diastol Sonu Hız incelemeleri gerçekleştirilmiştir. Ultrasonografi uygulamalarından elde edilen direnç indeksi (RI) değerlerinin uygunluğu McNemar testiyle analiz edilmiştir. BULGULAR: 8 hastada (%72,7) yapılan ODUS incelemesinde direnç indeksi değeri 1'e eşit ya da 1'den büyük çıkmıştır. Diğer 3 hastada direnç indeksi değeri 0,70'den büyüktür. Karotis doppler ultrasonografi ve transkranial doppler ultrasonografi incelemelerinde 6 hastada (%54,5) direnç indeksi değeri 1’e eşit ya da 1’den büyüktür. Kalan 5 hastada ise direnç indeksi değeri 0,84 den büyüktür. ODUS’den elde edilen direnç indeksi ölçümleri ile KDUS veya TDUS’den elde edilen direnç indeksleri arasındaki uyum, %77 olarak bulunmuştur. SONUÇ: ODUS, diğer doğrulayıcı testlerle (elektroensefalografi, beyin sapı uyarılmış potansiyelleri, kontrast anjiografi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans, sintigrafi, TDUS) kıyaslandığında güvenilir, ucuz, hızlı ve kolay uygulanabilir bir tekniktir. Ancak direnç indeksi<1 olan hastalarda beyin ölümü tanısı için ODUS ile beraber TDUS ve/veya KDUS sonuçlarının da değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: Beyin ölümü, santral retinal arter, transkranial doppler, ultrasonografi

* 35. Türk Ulusal Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Kongresinde poster olarak sunulmuştur.

Ani işitme kayıplı hastalarda uzun dönem sonrası işitme sonuçları

Abdullah Dalğıç1, Tolga Kandogan2
1Reyhanlı Devlet Hastanesi, KBB Kliniği, Hatay
2İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
KBB Kliniği, İzmir

GİRİŞ-AMAÇ: Ani işitme kaybı (AİK), yüksek spontan iyileşme oranı ile KBB pratiğinde sık karşılaşılan bir sorundur. Sensörinöral tiptir, olguların çoğu idiopatiktir. İşitmenin yeniden düzelmesi; hastanın demografik özellikleri, işitme kaybı özellikleri ve başvuru sırasındaki odyogram özellikleri gibi birçok faktöre bağlıdır. Hastalar akut dönemde yakın takip edilirken aylar veya yıllar sonraki durumları ile ilgili pek çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle; bu çalışmada, AİK hastaların uzun dönem işitme sonuçlarını değerlendirmek amaçlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Ocak 2009 ve Haziran 2011 tarihleri arasında idyopatik AİK nedeniyle kliniğimizde 10 gün boyunca aynı standart tedavi rejimi ile tedavi edilen hastalar retrospektif olarak incelendi, tekrar bir kontrol muayene ve odyogram için hastanemize çağrıldı. Tek taraflı AİK olan 44 hasta çalışmaya alındı. Yaş, cinsiyet, nihai işitme sonucu ve nihai odyometrik veriler, işitme kaybının süresi ve şiddeti, odyogram şekli ve kulak çınlaması varlığı değerlendirildi. Şikayetin başlangıcındaki, tedavi sonrasındaki ve uzun dönem izlem sonrasındaki işitme sonuçları elde edilerek kendi aralarında karşılaştırıldı. BULGULAR: Geç dönem sonuçlarına göre hastaların büyük bir kısmında (% 75) iyleşmede düzelme olduğu görüldü. Tam iyileşme oranı % 43 iken hiçbir düzelme olmayan hastaların oranı % 25 idi. Erken dönemde (10 günlük tedavinin verildiği hastanede yatış dönemi) tamamen iyileşme oranı % 13 idi. Erken dönemdeki işitme düzelme oranları ve uzun dönem izlem sonrası işitme düzelme oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0,001). En yaygın odyogram şekli flat (düz) tip olarak bulundu. Akut dönemde hastaların % 63’ünde tinnitus şikayeti varken, uzun dönem izlem sonrası % 38 hastada tinnitusun devam ettiği görüldü. Tinnitusu olan AİK hastalarında işitme, tinnitusu olmayan AİK hastalarına göre anlamlı olarak daha kötüydü (p<0,001). Yaş ve cinsiyetin, AİK hastalarında işitmedeki nihai iyileşme üzerine bir etkisinin olmadığı bulundu. SONUÇ: Sonuçlarımıza göre, ilk 10 günlük tedavi neticesinde beklenen iyileşme elde edilemese bile, çok ileri derecedeki AİK’ler haricinde hala tam iyileşme için şans bulunmaktadır. Çok ileri derecedeki AİK ve tinnitusun eşlik ettiği AİK, olumsuz bir prognostik gösterge olarak tespit edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Ani işitme kaybı, işitme kaybı, sensörinöral işitme kaybı
Başlık
Yazar ve kurumlar

Giriş-Amaç
Gereç-Yöntem
Bulgular
Sonuçlar

Anahtar Kelimeler
Bildiriler cebinizde

AbstractAgent Cep uygulamasını kullanarak cep telefonunuza ekleyebilir; gelen bildirileri ve hakem değerlendirmelerini cepten anlık takip edebilirsiniz. Uygulamayı iPhone ve Android marketten ("abstractagent" aratarak) yükleyebilirsiniz.