GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Koroner kalp hastalığı tüm dünyadaki ölüm nedenleri arasında önemli bir yere sahiptir. Ateroskleroz gibi koroner kalp hastalığının patolojik süreci çocukluk çağı dönemlerinde başlamakta olup tromboz bu süreçte önemli bir risk faktörüdür. Bu çalışmada hiperkolesterolemili çocuk ve adölesanlarda soluble-CD40 ligand (sCD40L) ile pıhtılaşmayı aktifleştiren faktörlerin etkisi araştırılmıştır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Plazma sCD40L, P-selektin, 8-hidroksi-2-deoksiguanozin (8-OHdG), prothrombin fragmanı 1+2 (F1+2) düzeyleri 35 hiperkolesterolemili hasta (20 kız ve 15 erkek; yaş ortalaması 13 yıl) ile 40 sağlıklı kontrol (28 kız, 12 erkek; yaş ortalaması 13 yıl) grubunda değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Her iki grup arasında yaş, yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) kolesterol, 8-OHdG, F1+2 düzeyleri açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır(p>0.05). Ancak toplam kolesterol, düşük dansiteli lipoprotein (LDL) kolesterol, çok düşük dansiteli lipoprotein (VLDL) kolesterol, trigliserit, sCD40L ve P-selektin değerleri gruplar arasında anlamlı olarak farklı olup tüm bu değerler hasta grupta daha yüksek olarak ölçülmüştür (p<0,05). Spearman korelasyon analazine göre, sCD40L and P-Selectin arasında pozitif korelasyon saptanmıştır (p<0.05). Korelasyon katsayısı (rho) hasta grpta 0.735 ve kontrol grupta 0.647 olarak ölçülmüştür. sCD40L ile toplam kolesterol, LDL-kolesterol, HDL-kolesterol, VLDL-kolesterol, trigliserit, 8-OHdG, F1+2 arasında anlamlı korelasyon kurulamamıştır(p>0.005)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Daha geniş dislipidemili çocuk populasyonunda yapılacak çalışmalarla sCD40L düzeyindeki artışların kardiyovasküler hastalık oluşum riskini belirlemede yardımcı olabileceğini düşünmekteyiz.

INTRODUCTION: Coronary heart disease is the common reason of death around the world. The pathological process of coronary heart disease starts at childhood period. This disease is generally related to atherosclerosis. This may be related to enhanced thorombotic risk. In this study, we investigated the behavior of sCD40L and clotting activation in children with hypercholesterolemia.

METHODS: Plasma levels of soluble CD40 ligand (sCD40L), P-selectin, 8-hydroxy-2-deoxyguanosine (8-OHdG), prothrombin fragment 1+2 (F1+2) were determined in thirtyfive hypercholesterolemic patients (20 girls and 15 boys; age, median: 13 years) and forty healthy normocholesterolemic subjects (28 girls and 12 boys; age, median: 13 years).

RESULTS: No significant differences were observed between the patient groups and controls in term of age, high density lipoprotein (HDL) cholesterol, 8-OHdG, F1+2 (p>0.05). On the other hand, significant differences were measured between two groups with respect to total cholesterol, low density lipoprotein (LDL) cholesterol, very low density lipoprotein (VLDL) cholesterol, triglycerides, sCD40L and P-selectin (p<0.05). These values for patients were higher than controls.
In the Spearman correlation analysis, a positive correlation was observed between sCD40L and P-Selectin (p<0.05). Correlation coefficients (rho) are 0.735 in patients group and 0.647 in control croup. But there was no significant correlation between sCD40L and total cholesterol, LDL-cholesterol, HDL-cholesterol, VLDL-cholesterol, tryglycerides, 8-OHdG, F1+2. (p>0.05).

DISCUSSION AND CONCLUSION: Future prospective studies with larger sample size are needed to confirm detection of increased sCD40L level in the setting of the pediatric population with dyslipidemias. It may be helpful to predict an increased risk of incident cardiovascular events.

INTRODUCTION: Chronic gastritis (CG) being the most common digestive diseases is frequently underestimated both by patients and clinicians. However, CG developed as early as in childhood, and often accompanied by Helicobacter pylori contamination of antral mucus, has a persistent recurrent course in adult patients complicated by mucosa transformations in the form of atrophy, metaplasia and dysplasia. CG can appear as an early stage in the morphogenesis of tumour growth. From this point of view, CG is worth noticing.
METHODS: There has been performed a complex morphological study of antral mucosa in school children with atrophic gastritis using histochemistry, immunohistochemistry and a morphometric method.
RESULTS: In atrophic gastritis we have revealed the decrease in the number of functionally mature cells responsible for the production of extracelullar matrix and basal membrane components, the lack of which in paraepithelial localization results in the change of their special properties. In addition, in atrophic gastritis there have been found sulphomucins non-characteristic of stomach overlapped on mucosa and in single foveolae.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Permanent impairment in the conjugation of cell and tissue components in mucosa accompanied by the change of an epithelial layer synthetic function with the impaired physico-chemical properties of gastric mucin results in intestinal metaplasia as early as in childhood.

GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, bronşiyolit nedeniyle hastaneye yatırılarak tedavi edilen süt çocuklarında vitamin D eksikliğinin bronşiolit ciddiyeti üzerine etkisinin araştırılması amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemizde 0 ile 24 aylık dönem içinde akut bronşiyolit nedeniyle izlenen süt çocukları çalışmaya dâhil edilmiştir. Olgular klinik özellikleri skorlama sistemi ile değerlendirilerek iki gruba (Hafif ve orta-ağır) ayrılmış, olguların annelerine D vitamini ile ilişkili faktörleri sorgulayan anket formu uygulanmıştır. Olguların klinik öyküleri, D vitamini alma öyküleri ve D Vitamini düzeyleri incelenmiştir.
BULGULAR: Orta ve ağır derecedeki hastalık grubunda D Vitamini düzeyi < 20ng/ml olan hastaların sayısı hafif şiddette hastalık grubundakilerin sayısından daha yüksekti (p<0,05).Hafif derecedeki hasta grubu ile orta ve ağır derecedeki hasta grubunda D Vitamini profilaksi alan hastaların sayısı arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Hastaneye yatırılan hastalar arasında D Vitamini düzeyi < 20ng/ml olan hastaların sayısı hastaneye yatırılmayan hastalara göre daha yüksekti (p<0,05). D Vitamini profilaksisi alan hastaların sayısı açısından hastaneye yatırılan grup ile hastaneye yatırılmayan grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Süt çocuklarında D Vitamini eksikliği, artmış bronşiyolit şiddeti ve hastaneye yatış ile ilişkilidir.

INTRODUCTION: This study was conducted to investigate the effect of vitamin D deficiency on the severity of bronchiolitis in infants treated by being hospitalized due to bronchiolitis.
METHODS: The infants who were followed up in our hospital and monitored because of acute bronchiolitis within 0 to 24-month period were included in the study. The clinical characteristics of the cases were evaluated by the scoring system and divided into two groups (mild and moderate-severe), and the questionnaire form regarding the factors related with vitamin D was applied to the mothers of the cases. The clinical histories, histories of taking vitamin D and vitamin D levels of the cases were examined.
RESULTS: The number of patients with a vitamin D level < 20ng/ml in the severe-moderate disease severity group was higher than the number in the mild disease severity group (p<0.05). No difference was detected in the number of patients who received vitamin D prophylaxis between the severe-moderate and mild disease severity groups (p>0.05). The number of patients with vitamin D < 20ng/ml was higher in the hospitalized group than in the non-hospitalized group (p<0.05). There was no difference between the number of patients that received vitamin D prophylaxis between the hospitalized and the non-hospitalized group s (p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Vitamin D deficiency in infants is associated with the increased severity of bronchiolitis and hospitalization.

GİRİŞ ve AMAÇ: Kırık ve deformiteler nedeni ile yeni bir tasarım olan tirbuşon uçlu kanal içi çivileme yöntemi uyguladığımız osteogenesis imperfektalı olguların klinik ve radyolojik sonuçlarını değerlendirmek istedik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2014-2016 yılları arasında kliniğimizde kırık ve deformite nedeniyle operasyon endikasyonu konularak tirbuşon uçlu kanal içi çivi tedavisi uygulanan 14 osteogenezis li olgunun 20 ekstremitesi geriye yönelik olarak tarandı. Operasyon öncesindeki ambulasyon durumu, ekstremite boyları, deformiteler, eklem hareket genişlikleri not edildi. Operasyon sonrası kaynama oranları, komplikasyonlar ve çiviye ait deneyimlerimiz değerlendirildi.
BULGULAR: Altı tibia ve 14 femur, tirbuşon uçlu teleskopik çivi ile opere edildi. İkisi kaynamama, yedi kemikte akut kırık ve 11 kemik deformite nedeniyle opere edildi. Tüm kemiklerde kaynama elde edildi. Major komplikasyon gözlenmedi. İki vakada infeksiyon mevcuttu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tirbuşon uçlu teleskopik çivi uygulaması osteogenezis imperfektalı olgularda güvenli uygulanabilecek etkin bir yöntemdir

INTRODUCTION: We aimed to evaluate the clinical and radiological results of a new intramedullary fixation system that used in fracture or deformity surgeries of osteogenesis imperfecta.
METHODS: Twenty extremities of fourteen patients with osteogenesis imperfecta was evaluated retrospectively which were operated between 2014 and2016.Preoperative ambulation status, length disparencies, deformities and range of motions were recorded. Postoperative union rates, deformities and complications were evaluated
RESULTS: Six tibias and 14 femurs were operated with corkscrew ending nails. Preoperative diagnosis were two non-unions, seven acute fractures and 11 deformities. All bones were united without any major complications. There were two infections of the wounds but no bone infection.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Corkscrew ending nail is a new and safe method of fixation in osteogenesis imperfecta patients.

GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma 7-12. sınıfta öğrenim gören öğrencilerde madde kullanma durumunun incelenmesi amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, nüfusunun çoğunluğunu çocuk ve gençlerin oluşturduğu Şanlıurfa ilinde Ekim 2014-Mart 2015 tarihleri arasında tanımlayıcı çalışma olarak yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini, 7-12. sınıf 54.928 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırmanın verileri literatür doğrultusunda araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu ile elde edilmiş, anketler uygulanmadan önce bu konuda çalışmaları olan üç uzmandan görüş alınmıştır. Veriler SPSS programında ortalama, standart sapma, ortanca, minimum ve maksimum değerler, yüzdelik sayılar ve ki-kare kullanılarak değerlendirilmiştir. Çalışmanın yapılabilmesi için kurumlardan yazılı, katılımcılardan sözlü izin alınmıştır.
BULGULAR: Öğrencilerin %51.6’sı erkek, %23.8’i 9. sınıf öğrencisi, %81.1’inin 4 ve daha fazla sayıda kardeşi bulunmakta, %40.1’i ailedeki çocuk sırasında 4 ve daha fazla sırada yer almaktadır. Öğrencilerin %23.2’si okul dışındaki zamanlarında bir işte çalışmaktadır. Öğrencilerin madde kullanma durumları incelendiğinde; %6.3’ünün sigara, %2.4’ünün sigara dışındaki diğer maddeleri kullandığı, %13.1’inin çevresinde madde kullanan kişilerin olduğu, %31.3’ü merak nedeniyle, %29.9’u kendini daha güçlü hissetmek için madde kullandığını belirtmiştir. Erkek olanlarda, çalışanlarda, baskıcı bir aileye sahip olanlarda ve şiddete maruz kalanlarda sigara ve diğer maddeleri kullanma oranı yüksektir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada öğrencilerin madde kullanma durumuna yönelik elde edilen veriler doğrultusunda; madde kullanımının önlenmesine yönelik tüm öğrencileri kapsayacak düzeyde çalışmaların yapılması, ailelerde farkındalığın artırılması, ülke düzeyinde önleme politikalarının geliştirilmesi önerilmektedir.

INTRODUCTION: The aim of this study to investigate substance use by students studying at 7-12th grade.
METHODS: The research was conducted as a descriptive study in Şanlıurfa, which has a very young population, between September 2014 and March 2015. The research sample comprises 54,928 students in grades seven through twelve. The research data were obtained using a survey form prepared by the researchers according to the literature, and expert opinions were obtained from three specialists in the field before administering the survey. The data were evaluated using the SPSS program with averages, standard deviations, medians, minimum and maximum values, percentiles and chi-square. Written permission from the relevant institutions and the verbal permission of the participants were obtained for conducting the study.
RESULTS: Of the students, 51.6% were male, 23.8% were in ninth grade, 81.1% had 4 or more siblings, and 40.1% were the fourth or more in sibling order. Of the students, 23.2% were working when not at school. Of them, 6.3% smoke tobacco, 2.4% were using substances other than cigarettes, and 13.1% were acquainted with substance abusers. Of them, 31.3% said they use substances due to curiosity, and 29.9% said they use substances to feel stronger. The smoking and substance use rate was higher for male students, working students, students with extremely domineering families and students exposed to domestic violence.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The data obtained about substance use by students and the factors that affect it suggest that studies on substance use prevention should be studied, family awareness should be increased and prevention policies should be developed and implemented.

Kawasaki hastalığı çocukluk ve infant dönemin bir vaskülitidir. Servikal lenfadenopatinin de içinde yer aldığı bazı klinik kriterler ile tanı konulur. Bu yazıda kliniğimize ateş ve bakteriyel lenfadenit kliniği ile başvuran 3.5 yaşında bir erkek olgu sunulmuştur. Antibiyotik cevapsız bakteriyel lenfadenit kliniği ile başvuran olgularda Kawasaki hastalığı göz önünde bulundurulmalıdır.

Kawasaki disease (KD) is vasculitis of infants and childhood. Diagnosis of KD is based on clinical criteria including cervical lymphadenopathy. Here we reported a 3,5 year-old boy presenting with mimicing bacterial lymphadenitis and fever. If a child presents with only lymphadenopathy which unresponsive to antibiotics, KD should be considered.

Nöroleptik Malign Sendrom (NMS), nöroleptik ajanların kullanımıyla ortaya çıkan, bilinçte değişiklikler, rijidite, ateş yüksekliği ve otonomik değişiklikler ile karakterize olan, nadir fakat ölümcül bir idiosynkretik reaksiyondur.
Cotard Sendromu ise, kişinin bedeni ya da yaşamı ile ilişkili nihlistik sanrılarla karakterize bir sendromdur.
Bu olgu sunumu ile, NMS sonrasında katatoni ve Cotard Sendromu gelişen hastada, ayırıcı tanıları ve tedavi planını literatür eşliğinde tartışılmayı amaçladık.

Neuroleptic malignant syndrome (NMS) is an uncommon but potentially fatal idiosyncratic reaction to neuroleptics and characterized by a distinctive clinical syndrome of mental status change, rigidity, fever, and dysautonomia.
Cotard’s syndrome is characterized by the appearance of nihilistic delusions concerning one’s own body.
By presenting this case, we aim to discuss the differential diagnosis and treatment plan of a patient with having catatonia and Cotard Syndrome, which were noted after NMS in light of the literature.

Leuconostoc mesenteroides'e bağlı kateter ilişkili kan akımı enfeksiyonunun sistemik tedaviye ilaveten antibiyotik kilit tedavisi ile başarılı bir şekilde tedavi süreci anlatıldı.Sunulan olguylakateter ilişkili kan akımı enfeksiyonu varlığında eğer kateter çıkartılamıyor ve sistemik antibiyotik tedavisine rağmen üreme devam ediyorsa antibiyotik kilit tedavisinin uygulanabileceği ve başarılı sonuç alınabileceği gösterildi.

Herein antibiotic lock therapy, in addition to systemic antibiotic treatment, was reported favorable course in the treatment of catheter associated blood stream infections due to leuconostoc mesenteroides. With our case, we reported that the presence of catheter associated blood stream infections, ıf the catheter can not be removed or there is still positive cultures despite the systemic antibiotic therapy, antibiotic lock therapy can be used as a therapeutic option to get successful results.